KOSOVA’DA İŞLENEN İNSAN HAKLARI İHLALLERİ

Kosova Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlaması ve art arda savaşların kaybedilmesiyle içeride bozulan devlet yapısı ve dışarıdan işgallerle yoğun hak ihlallerinin yaşandığı bir coğrafya olmuştur. Bu ihlaller kimi zaman katliam boyutlarına kadar vardırılırken kimi zaman da insanca yaşama hakkından mahrum edilme şeklinde husule gelmiştir. Her halükarda böyle bir yaşam sadece Kosova ve bölge Arnavutlarına değil genel manada Osmanlı’nın Balkanlar’daki Müslüman unsurlarının tamamına reva görülmüştür. Baskı ve mahrumiyetlerin en doğal sonucu olarak göçler gündeme gelmiştir. Bu anlamda özelde Kosova olmak üzere Balkanlarla ilgili göçlerden bahsetmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Osmanlı’nın her toprak kaybedişinde Müslüman ahali göç dalgalarıyla çalkalanmıştır. Bu göçler, 17. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başında Macaristan, Hırvatistan ve Voyvodina’dan Sırbistan ve Bosna-Hersek’e doğru ve Hırvatistan’dan Bosna-Hersek’e doğru olmuştur. 19. yüzyılda ise Karadağ’dan, Bosna-Hersek’e, Sancak’a, Arnavutluk’a, Kosova ve Makedonya’ya, nihayet 1878’den itibaren Bosna-Hersek’ten doğuya Sancak’a, Kosova’ya, Makedonya’ya ve Türkiye’ye doğru olmuştur. 1821 ile 1922 yılları arasında, 5 milyondan fazla Müslüman, Balkan ve Kafkas ülkelerinden sürülüp atılmışlardır. 5,5 milyon Müslüman ise savaşlarda, katliamlarda açlıktan ve hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de Viyana kapılarına kadar genişlemesinden sonra yapılan Viyana Kuşatması’nın başarısızlığı aynı zamanda bir dönemin de sonu olmuştur. Osmanlı Devleti’nin muhacir meselesi başarısızlıkla biten 1683 Viyana Kuşatması’nın sonrasında, 1683–1699 yılları arasındaki Osmanlı-Avusturya savaşları esnasında, serhat boylarındaki Müslümanların geri çekilmeleri süreciyle başlamıştır.
Fransız İhtilali’nden sonra gelişen milliyetçilik akımlarından ve bazı durumlarda Osmanlı mahalli idarecilerinin kötü yönetimlerinden Sırp, Hırvat, Rum ve Bulgarlar etkilenerek Müslümanlara karşı zulümler yapmışlardır. Bu anlamda sadece 1806–1812 yılları arasında 200 bine yakın Müslüman, mülteci durumuna düşmüştür.
1877–1879 yılları arasında yaşanan dramatik olaylar ve bu olayları hazırlayan gelişmeler ile yaşanan toprak değişimleri, Balkanların etnik görünümünü baştan aşağı değiştirmiştir. Yaşanan olaylarda en fazla zararı görenler, büyük bir baskıya, zor koşullar içeren devletlerarası antlaşmalara ve güç kullanımına maruz kalan Müslümanlar olmuş ve bu insanlar geri dönüşü olmayan bir ayrılığa mahkum edilmişlerdir. Onların yüzyıllardır yaşadıkları bu bölgeler, buralarda her türlü maddi-manevi izin silinmesi için planlanan sistematik saldırılara ve yıkımlara uğramıştır. Kültürel ve coğrafi anlamda uygulanamayan temizlik planları, soykırım ve göç ettirme yoluyla gerçekleştirilmiştir. 93 Harbi neticesinde 1,5 milyon Müslüman, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine göç etmek zorunda kalmış, sürgün esnasında hayatını kaybeden ya da katledilen insan sayısı ise eski nüfusun %17’sine tekabül eden 261.937 kişi olmuştur.
Müslümanları kıyımdan geçirip kalanları göç etmeye zorlayanların amacı, Balkanları Müslümanlardan arındırmaktı. Balkanlı Hıristiyanlar, Müslüman sığınmacıların geri dönememesi için ve kalmakta ısrar edenlerin dirençlerini kıracak politikalar izlediler. Bu politikalar içinde en etkili olanı, Müslümanların evlerinin yakılıp yıkılması, hayvanlarının ve yiyeceklerinin çalınması idi; bütün besi hayvanları çalınıp evleri tahrip edilince köylerde yaşayan Müslümanlar, göç etmek zorunda kalacaklardı. Gerek komitacılar, gerek düzenli ordu birlikleri, yıkım için kullanılan birer araçtılar. Bu insanların çoğunluğu Anadolu’ya sığınmak zorunda kalmışlardı. İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee’nin Osmanlı kaynaklarına dayanarak verdiği bilgilere göre 1912–20 yılları arasında Türkiye’ye toplam 413.922 kişi göç etmiştir. Bu göçün I. Dünya Savaşı’nın öncesindeki kısmını 50 bin Kosovalı Arnavut oluşturmaktadır. 1923–33 yılları arasındaki dönemde ise mübadeleler neticesinde ve mülteci olarak gelenlerin sayısı ise 900 bini bulmaktaydı.
Justin Mc Carthy’nin araştırmasına göre Arnavutluk dışında Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki bölümlerinde yaşamakta olan 2.315.293 Müslüman’ın 1.445.179’u (%62’si) eksilmişti. Bu sayı içinde 413.922 kişi, Balkan Savaşları sırasında ve sonrasında (1912-1920’de) Türkiye’ye göç etti; 398.849 kişi Yunan-Türk nüfus değişiminin bir parçası olarak 1921’den 1926’ya uzanan dönemde geldi. Osmanlı Avrupa’sı Müslümanlarından göçe çıkanların yalnız 812.777’si hayatta kalabilmişti. Geri kalan 632.408’i hayatını kaybetti. Zapt edilmiş Osmanlı Avrupa’sının Müslüman nüfusundan %27’si can vermişti.
1923–33 yılları arasında Yugoslavya’dan içinde Kosovalı Arnavut ve Türklerin de bulunduğu 108.179 kişi serbest göçmen olarak gelmiştir. Ayrıca 1934–40 yılları arasında 5.894 kişi de iskanlı olarak gelmiştir. 1934–49 yılları arasında 3.139 kişi serbest göçmen olarak gelmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı yılları boyunca göç edenlerin sayısının görece azlığı savaş şartlarının ne kadar zor olduğunu ve göçün ne oranda engellendiğini göstermektedir. Arnavut kaynaklarında 1918–41 arası dönemde Kosova’dan 300 bin Arnavut’un Sırplar tarafından kovulduğu ve yerine 60 bin Sırp’ın iskan ettirildiği belirtilmektedir. Bu göçler, Sırbistan’ın 1914’te resmileştirdiği kolonizasyon faaliyetleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde Sırp asker, polisi ve devlet kademelerindeki Sırp memurlar, Sırp olmayan halka karşı çok katı bir tutum içerisindeydiler.
Sırp-Sloven-Hırvat Krallığı’nın ilk dönemlerinde yapılan anlaşmanın koşulları hiçe sayılarak Arnavutların okulları kapatılmıştır. 1918’den itibaren halkta bulunan silahların toplanması bahanesiyle kanlı bir terör başlatılmış, bu anlamda her türlü askeri yetkiyle donatılan gönüllü Sırp çeteleri oluşturulmuştur. Bu çeteler bir yandan halkın silahlarını toplarken, bir yandan da işe yarar ne varsa gasp etmeye başlamışlardır. Askerî harekatlarla köyler ve kasabalar yerle bir edilerek insanlara karşı ayrım gözetmeksizin saldırılar gerçekleşmiştir. Bunların her biri birbirinden acıklı ve hazindir. Sadece 1921–22 yıllarında toplam 12 Arnavut bölgesinde 12.465 Müslüman katledilmiş, 22.360 kişi hapsedilmiş, 1,705 kişi sakat bırakılmış, 6210 ev yakılmış ve 11.691 ev yağmalanmıştır.

1920’lerde uygulanan tarım reformları neticesinde Arnavutlar, arazileri için kendilerine hiçbir tazminat ödenmeksizin sürüldüler ve yerlerine 1928 tarihine kadar toplam 35 bin Sırp aile yerleştirildi. Arnavut halk her türlü ekonomik, sosyal ve kültürel haktan mahrum edildi.
Arnavut nüfusun bölgeden uzaklaştırılmasına ilişkin tartışmaların merkezi Belgrad’daki Sırp Kültür Kulübü idi. 1937–39 yıllarında hükümet temsilcileri, askeri yetkililer ve bilim adamları arasında Arnavut sorunu üzerine bazı müzakereler yapıldı. Görüşmelerde Arnavutların pasif bir halk olmakla birlikte Sırp ulusunun ve Yugoslavya devletinin çıkarları bakımından her zaman tehlike oluşturdukları fikri ağırlık kazandı. Özelikle Sırp tarihçisi ve sonraki bakan Vaso Cubrilovic, 7 Mart 1937 tarihinde Yugoslav hükümetine sunduğu bir memorandumda, Müslüman Arnavutların zorla göç ettirilmelerini önerdi. Söz konusu memorandumda Cubrilovic, çözümün, ancak Arnavutları kitle halinde göçe zorlamakla sağlanabileceğini öne sürüyordu.
Cubrilovic’e göre; bu topraklarda yaşamayı Arnavutlar için imkansız hale getirmek başlıca yöntem idi. Eski arazi belgeleri geçersiz sayılmalı, devlete ait bütün otlaklar geri alınmalı, Arnavutlar devlet, yerel yönetim ya da özel kuruluşlarda işten çıkarılmalı, Müslüman din adamlarına kötü muamele edilmeliydi. Sırbistan’ın 1878’den beri ‘başarıyla’ uyguladığı, Arnavutlara ait köylerin ve kentlerin ateşe verilmesi hususu da memorandumda yer alıyordu. Arnavut nüfus bu yöntemlerle, para ya da tehditle göçe ikna edilmeli, aksi halde polis terörüne başvurulmalıydı.
II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Partizanların ülkedeki hakimiyetleri artmaktaydı. Bu dönemde, savaş sırasında verilen sözler yapılan anlaşmalar unutuldu. Bunda Arnavutların Partizanlara karşı Almanların saflarında yer alarak kurdukları İskender Bey Birlikleri’nin de etkisi bulunmaktaydı. Bu dönemde Yugoslav ordusu, 47.300 Arnavutu katletmiştir. Savaş sonrasında da baskılar tükenmemiş ve 1998–99 Savaşı’nın başladığı bölge olan Drenitsa’da Arnavutlar güçlü bir direnişte bulunmuşlar ve Sırplar bu direnişi 40 bin kişilik bir ordu ile bastırmışlardır.
II. Dünya Savaşı döneminde tüm Yugoslavya coğrafyasında Müslüman halka yapılan zulüm ve baskılarda İçişleri Bakanı Aleksandre Rankoviç’in katkı ve desteği bulunmaktadır. 1955–56 yıllarında on binlerce kişiye ellerindeki silahları teslim etmedikleri gerekçesiyle işkence yapılmıştır. 22 bin kişi hakkında siyasi soruşturma başlatılmış ve binlerce kişi hapse atılmıştır. Yapılan işkencelere dayanamayan yüzlerce Arnavut hayatını kaybetmiştir.
1950–58 yılları arasında gelen 104.372 göçmen Ege, Marmara ve Trakya bölgelerine yerleştirilmişlerdir. Bunlardan 56.624’ü ise İstanbul’a yerleştirilmiştir. Araştırmacı Altan Deliorman, 1971 yılında Yugoslavya’dan Türkiye’ye 200 bin kişinin, bir diğer araştırmacı Cevat Geray ise 283–500 arasında kişinin göç ettiğini ifade etmektedir. Yugoslavya Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk Dairesi’nin 1970 yılına ait verilerine göre Türkiye’ye, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yugoslavya’dan gelen ve “göçmen” olarak tabir edilen kişilerin sayısı 300 bindir.
1980’li yıllar Tito’nun ölümü, Kosova’daki etnik hareketlilik ve bunun Sırplar tarafından sertçe bastırılması süreci ile başlamış ve Yugoslavya bombasının fitili bir kez daha tutuşturulmuştur. 80’li yılların ikinci yarısından itibaren, gelecek 10 yılı cehenneme çevirecek Miloşeviç dönemi başlamıştır. 1988 ve 1989 yıllarında düzenlenen mitinglerin ve Kosova ile Voyvodina’nın özerkliklerinin kaldırılarak sıradan birer Sırp idari birimi haline getirilmelerinin, şüphesiz 1389’a uzanan temelleri ve büyük Sırbistan ideali ile güçlü bağlantıları vardı. Büyük Sırbistan’ın felsefi özü “Bütün Sırplar tek bir devlete” cümlesinde toplanmakta, yani Sırpların yaşadığı her yer Sırbistan sınırları içinde veya olmaya aday kabul edilmekteydi. Bu coğrafya Kosova’yı örttüğü gibi, bütün Bosna’yı, Sancak’ı ve Hırvatistan’ın yaklaşık üçte birini de içine alıyordu.
1389 Kosova yenilgisinin yıldönümü törenleri büyük bir katılım ile 28 Haziran 1989’da Gazi Mestan Ovası’nda yapıldı. Törenler başlamadan önce kilisede kalabalık bir ayin icra edildi. Bu törenleri öncekilerden ayıran en önemli özelliklerden birisi ise, devlet tarafından resmi olarak düzenlenmesi ve Devlet Başkanı Miloşeviç’in de programa katılması idi. Miloşeviç buradaki konuşmasında, Sırp ırkçılığını ön plana çıkararak, Sırp halkının 600 yıldan beri ilk kez kendi devletini ve haysiyetini yeniden kazandığını söylüyordu.
Bir Karadağlı Ortodoks rahip ve aynı zamanda aristokrat olan Petar Petroviç Njegos’in yazdığı savaş destanları, Sırp milli edebiyatının en ünlü örneklerindendir. Bu destanların içinde fanatik Müslüman düşmanlığı körüklenmektedir. Njegos’un şiirleri arasında “Camileri ve minareleri parçalayın” ve “Türkleşmiş olanları yok edin” gibi ifadelere rastlanır. Njegos’un Gorski Vijenac (Dağların Tacı) adlı ünlü şiiri, Bosnalı Müslümanlara yapılan bir katliamın övülmesinden ibarettir. Bu şiirin bir yerinde Njegos, I. Murad’ı Kosova Savaşı’nın sonunda savaş alanında şehit eden Miloş Obiliç’e atıfta bulunarak şöyle der:
Öyleyse parçalayın tüm minareleri ve camileri…
Size sesleniyorum ey Miloş Obiliç’in nesli,
Taşıdığımız bu güçlü silahlar ve kana bulanmış inancımız ile.
İyi olan kazanacaktır, çünkü Ramazan ve Noel, asla bir arada yaşayamaz.
Sırp Şarkiyatçıların politikleşmesi ve toplumsal rolleri, 1980’lerde, Sırp milliyetçi hareketinin yükselmesiyle birlikte güçlenmiştir. Bugün de oldukça etkin olan Sırp Sanat ve Bilimler Akademisi (SANU) 1986’da bir memorandum yayımlamıştır. Sırp entelektüelleri tarafından kaleme alınan bu memorandum, eskiden beri var olan ve Büyük Sırbistan yaratma emelleri üzerine kurulan Sırp milliyetçiliğinin yeniden uyanmasını sağlamıştır. Bu manifestoda özetle Sırpların Yugoslavya Federasyonu içinde baskı altında tutulduğu ve ülke yönetiminde “Yugoslavya’nın gerçek sahipleri olan” Sırplara daha çok söz hakkı verilmesi gerektiği açıklanıyordu.
Sırbistan’daki milliyetçi rüzgarların artmasıyla Müslüman Arnavutlara yönelik hak ihlalleri hız kazanıyordu. 1981–89 yılları arasında Kosova’nın aydın kesimi diye tabir edebileceğimiz bilim adamları, siyasiler, öğretmenler ve hukukçular cezaevine konmuşlardır. Bu döneme ilişkin tahminlere göre Yugoslavya’nın tümünü kapsayarak cezaevlerinde bulunan tutukluların %85’i Arnavuttu.
Arnavut siyasilere yapılan baskılar, Kosova içinde ve dışında da Sırp istihbarat görevlilerince sürdürüldü. 13 Mayıs 1981’de Sırp ordu birlikleri Drenitsa’da Tahir Meha’yı evine girerek tüm ailesiyle birlikte katlettiler. 17 Ocak 1982’de Yusuf Gervalla, Bardhash Gervalla ve Kadri Zeka Almanya’da vurularak öldürüldüler. Yine 1982’de Afrim Abaze Ferizay’da öldürüldü. 1984’te Recep Mala ve Nuhi Berisha Priştina’da öldürüldüler.
1986 yılında Arnavutların, Sırpların oturdukları yerleşim birimlerine yerleşmeleri yasaklandı. Aynı sene Sırp entelektüeller “Kosova’daki Arnavutların Sırplara yapmış oldukları zulümleri” protesto etmek için bir genelge yayımladılar. Bunun ardından Sırp asker ve polisinin Arnavutlar üzerindeki baskıları daha da arttı.
1989 Şubatında bu kez 215 Arnavut entelektüel bir araya gelerek Kosova’nın Yugoslavya içerisinde bir cumhuriyet yapılması yönünde bir rapor yayımladılar. Bu rapor aynı zamanda Sırbistan Parlamentosu’na da gönderildi. Sırpların Arnavut aydınlara cevabı çok sert oldu. Raporda imzaları bulunan 33 Arnavut aydın Sırplar tarafından vurularak öldürüldü, 161’i ise hapsedildi.
1989’da Kosova’nın statüsünün Sırplar tarafından iptal edilmesinin ardından etnik gerilim yükselmiştir. Bu dönemde sadece iki günlük gösteriler sırasında göstericilere açılan ateş neticesinde Arnavut kaynaklara göre hayatını kaybeden insan sayısı en az 250’dir. 1990 başlarında özgürlük talepleriyle yine sokaklara dökülen Arnavutlarla Sırp polisi arasında kanlı çatışmalar devam etmiştir. Olayların yayılması üzerine ordu, Kosova’ya müdahale etmiş ve Kosova aylar boyunca Yugoslavya’dan tecrit edilmiştir. Bu dönemde organları kopuk cesetlerin caddelere ve ırmaklara atıldığı, cesetlerin kamyonlarla taşınarak boş arazilerde yakıldığı söylenmiştir.
Baskılar o kadar çok yönlü ve çeşitlidir ki hayatın hemen her alanını kapsamakta ve bundan etkilenmeyen tek bir Müslüman unsur bile kalmamaktadır. Bunlardan bir kesit sunmak gerekirse; Arnavut okul ve üniversiteleri kapatılmış, Arnavutça televizyon, radyo ve gazeteler kapatılarak geniş çaplı bir medya karartması uygulanmıştır. Arnavut doktorlar hastanelerden kovulmuş, Arnavutların %80’den fazlası işlerinden atılmıştır. Mahkemeler kapatılarak hakimler görev yerlerinden uzaklaştırılmış, kimi Arnavut aileler yıllardır oturdukları evlerinden kovularak bunların yerine Sırp aileler yerleştirilmiştir.
Sırplar, Kosova ve diğer Müslümanların bulundukları bölgelerde farkı etnik temizlik yöntemleri uyguladılar. Bunlardan birisi evlerde silah aramaları ve Arnavut gençlerin silâhaltına alınma isteğidir. Fakat Boşnak Müslümanlara karşı savaştırılmak istenen Arnavut gençler, çareyi ülke dışına çıkmakta bulmaktaydılar. Yine silahı olmayan insanlardan zorla silah talepleri sonucunda, insanlara çok yüksek meblağlarla silahlar satılıp sonra geri teslim etmeleri isteniyor, fakat bu kez de insanlar devlete ait silahları çalmak suçundan mahkum ediliyorlardı. Bu şekilde sadece 1995 yılı içerisinde 37.800 Arnavut’un evinde silah aramaları yapıldı. Boşnak Müslümanlara karşı savaştırılmak istenen fakat kaçan Arnavut gençlere verilen cezalar ise 12–18 ay arası hapisti.
Bu dönemde sayılan ihlallerin en önemlilerinden biri şüphesiz ekonomik ambargoydu. 1983’te Kosova’daki işsizlik oranı %43,4’tür. Aynı dönem için tüm Yugoslavya’daki işsizlik oranı ise %14’lerdedir. 1990’ların başlarında kamu işçileri kitleler halinde işten çıkarıldıkları halde Sırp makamları “ayrılıkçı Arnavut liderlerin talepleri doğrultusunda Arnavutların kendi rızalarıyla işten ayrıldıkları ve bu şekilde Sırp devlet işleyişinin felç edilmek istendiğini” ifade ediyordu. Sırp hükümetinin bu durumdan çıkış için farklı Sırp bölgelerinden Sırp işçiler getirmek zorunda kaldığı da açıklamaya ilave edilmekteydi. Bu dönemde çok kısa süre içerisinde işlerinden çıkarılanların sayısı 150 bini bulmaktaydı. İşsizliğin ve baskıların iyice arttığı 1990–96 arası dönemde 500 binden fazla Arnavut, Avrupa ve ABD’ye gitmek durumunda kaldılar.
Ekonomi dışında sağlık sektörü de içler acısıydı. Tüm sağlık merkezleri, lokaller ve birimler kapatılarak sağlık ekipmanlarına el konuldu. 2000’in üzerindeki sağlık çalışanı zorla işlerinden atıldı. Tıp enstitüleri 41’den 11’e indirilerek merkez yönetimleri etnik Sırp ve Karadağlılara bırakıldı. Çocuklara uygulanan aşı programları iptal edildi ve nüfusun %90’ı sağlık ve sosyal koruma haklarından mahrum bırakıldı. Tüm bunların doğal bir sonucu olarak basit ve önlenebilir sağlık nedenlerinden ötürü çocuk ölümleri hızla arttı. Bulaşıcı hastalıklar arttı. Doğumların çoğu evlerde, sağlıksız koşullarda ve tıbbi destek olmaksızın gerçekleşmeye başladı ve bu durum da anne ve çocuk ölümlerini artırdı.
Kültürel alandaki çalışmalarda da engellemelere rastlandı. Özellikle kültür ve sanat alanında çalışanlar işlerinden atıldı. Kosova Bilim ve Sanat Akademisi, Arnavutça Bilim Enstitüsü, Tarih Enstitüsü, Kosova Ulusal Tiyatrosu’nun çalışmaları yasaklandı. Bu kurumlara ait tüm bütçeler de donduruldu. Kosova Ulusal Üniversite Kütüphanesi’nin 90 çalışanı görevlerinden alındı. İşyerlerindeki çalışan boşluğu da yine klasik olarak Sırp ve Karadağlı etnik kökenlilerce dolduruldu.
Arnavut kahramanların adlarıyla anılan sokak, okul ve kurum isimleri Sırp isimleriyle değiştirildi. Bu şekilde değişiklik yapılan yerlerin sayısı 1,204’ü bulmaktaydı. Kosova’da yeni kilise inşaatlarına başlandı ve çok az miktarda Sırp öğrenci kalmış olmasına rağmen Priştina Üniversitesi bahçesine devasa bir kilise inşa edildi. Hayatın her alanındaki ihlaller bu dönemin acı gerçeklerindendi.
İnsan hakları ihlalleri konusundaki bazı istatistiklere bakacak olursak, Human Rights Watch’un 1994–95 rakamlarına göre 1990–95 arası dönemde 26 bin kişi Sırp polisinin işkencesinden geçti ve bunların %70’inin kayıtları bulunmakta. Kosova İnsan Hakları ve Özgürlükleri Savunma Konseyi’nin 1994 rakamlarına göre polisler 2157 fiziksel saldırıda bulunmuşlar, 3553 eve baskın düzenlenmiş ve 2963 keyfi gözaltı gerçekleşmişti. 1997’de gerçekleşen ihlaller ise şöyledir: 58 Arnavut (beşi işkencelerle karakollarda, 18’i faili meçhul) katledilmiş, 1073 tutuklama, 803 gözaltı, 427 ev baskını (bu evlerin çoğu yağmalandı), 57 okul baskını ve araması, 8 parti ve siyasi kuruluş baskını, 5 kez insan hakları derneklerine baskın vuku bulmuştur. Bunlar dışında çocuk kaçırma, tecavüz, özel mülkiyete el koyma, işyeri kapama, ülkeye dönüşlerin engellenmesi, cami ve kültür merkezi baskınları, gibi insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Bu rakamlar arasında en ilgi çekicisi ise Feyzulla Berisha’ya ait olandır. Berisha’ya göre 1994 yılına kadar geçen 13 yıl içerisinde 800 bin Kosovalı Arnavut, Sırp saldırı ve işkencelerine maruz kalmış ve yaralanmışlardır. Bunların 11.175’i tedavi görmek üzere Avrupa’daki hastanelere gitmişlerdir. Yaralılar arasında parmaksız, kulaksız, elsiz ve gözü olmayan insanlar da bulunmaktadır.

1998–99 Sırp-Arnavut Savaşı Kosova’daki insan hakları ihlallerinin zirve dönemidir. Kosova’nın Drenitsa bölgesinde Kosovalı liderlerden Adem Yaşari ve ailesine yapılan saldırı sonucunda başlayan savaş, Sırp katliamlarıyla sürmüştür.
Kosova’da en ciddi insanlık suçları, 1999 Mart ve Haziran ayları arasında yapılan NATO bombardımanı sırasında işlendi. Bu dönemde Sırp ve Yugoslav kuvvetlerinin başlattığı etnik temizlik kampanyası ile binlerce Kosovalı Arnavut öldürüldü. Bununla birlikte bu kuvvetler, NATO bombardıman başlamadan önce de Kosovalı Arnavutlara karşı saldırılarda bulunmuşlardı.
1998 yılının en ciddi insan hakları ihlallerinin meydana geldiği Kosova’da hükümet güçleri ile KKO arasında meydana gelen çatışmaların sonunda yaklaşık 2000 Arnavut sivil öldürüldü. Ekim ayında ateşkes ilan edildi ve AGİT’in uluslararası gözlemcileri Kosova’ya yerleştirildi. Gözlemcilerin bölgedeki tansiyonu azaltmak için gösterdikleri çabaya rağmen 1999’un başlarında artarak devam eden şiddet olayları rapor edildi. Bunlardan en hunharcası şüphesiz 15 Ocak’ta gerçekleştirilen Racak katliamıdır. Sırp askerleri Racak’a girerek burada yaşlı insanlardan oluşan 45 kişiyi bir araya topladılar. Ardından köye yalnızca birkaç kilometre uzaklıkta bulunan bir tepeye götürerek burada bu insanların tamamını katlettiler. Cesetlere ulaşıldığında insanlara işkence edildiği ve bazı organlarının kesildiği görüldü.
Racak katliamı, AGİT misyonu tarafından belgelendi ve uluslararası toplumu Sırp ve Yugoslav hükümetinin şiddet politikasına karşı daha kararlı bir tavır alması gerektiği konusunda uyarmış oldu. Bundan sonra NATO, sivillere karşı yapılan katliamın sona ermemesi durumunda askeri müdahale yapabilecekleri konusunda tehditlerini artırdı.
Bu tehditler Şubat 1999’da Fransa’nın Rambouillet kentinde yapılan görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine uygulamaya konuldu. Sırp ve Yugoslav güçleri bu görüşmelerin yapıldığı süreden yararlanarak Kosova’daki varlıklarını artırdılar. Askeri hareket 19 Mart 1999’da başladı, bu tarihte AGİT Kosova’dan çekildi. Bundan beş gün sonra, 24 Mart 1999 tarihinde Yugoslavya’ya NATO bombardımanı başladı. Bunu takip eden 78 gün içinde, Sırp ve Yugoslav kuvvetleri tarafından başlatılan yeni etnik temizlik kampanyası sonunda 800 binden fazla Arnavut bölgeden ayrılmak zorunda kaldı. Bunların çoğu Arnavutluk ve Makedonya’ya gittiler ve bu ülkelerde çok ciddi ekonomik krizlerin çıkmasına neden oldular. Pek çok yerde Arnavutlar gruplar halinde Sırp polisi ve paramiliter güçleri tarafından öldürüldüler. Kurbanların çoğu genç erkekler olmakla birlikte binlerce kadın ve çocuk da öldürüldü.
Sırp ve Yugoslav kuvvetleri özellikle ön planda olan Arnavutları hedeflediler. 25 Mart’ta bir polis, çok iyi bilinen bir insan hakları hukukçusu Bayram Kelmendi ve iki oğlunu öldürdü. Ilımlı bir politikacı olan Fehmi Agani ise 6 Mayıs’ta Makedonya’ya gitmeye çalışırken öldürüldü. Kosova’nın pek çok köyünde insanlar sistematik etnik temizliğe maruz kaldılar ve kafileler halinde bölgeyi terk etmek zorunda bırakıldılar. Sırp polisi, paramiliter grupları ve Yugoslav askerler, Arnavut kadınlara tecavüz ettiler. Amerika ve İngiltere hükümetleri Cakova ve İpek’te tecavüz kamplarının varlığını rapor ettiler fakat bu iddiaları kanıtlayacak güçlü bir delil ortaya çıkaramadılar.
NATO ve BM Mart ve Haziran ayları arasında 10 bin Arnavut’un öldürüldüğünü bildirmektedir. Yaklaşık 15 bin Arnavut’un kayıp olduğu ve bunların pek çoğunun bu aylar arasında hükümet güçleri tarafından gözaltına alındığı belirtilmektedir. Ekim 1999 itibariyle en az 5 bin Arnavut’un da terörist ve hükümet karşıtı faaliyetleri nedeniyle Sırp hapishanelerinde bulunduğu tahmin edilmektedir.
NATO bombardımanının artmasından sonra Yugoslav askeri liderleri ile NATO arasında 9 Haziran’da imzalanan askeri anlaşmaya göre, tüm hükümet güçleri Kosova’dan çekilecekti. Ertesi gün Sırp ve Yugoslav güçleri çekilmeyi başlattılar ve NATO güçleri Kosova’ya girdi. KFOR (Kosova Gücü) olarak bilinen 56 bin kişilik NATO kuvveti barış gücü olarak Kosova’daydı ve BM Misyonu (UNMIK) Kosova’da seçimleri organize etmek ve sivil kurumları oluşturmak için bulunuyordu.
Sırp ve Yugoslav güçlerinin bölgeden çekilmesinin ardından Arnavut mülteciler Kosova’ya döndüler ve bu bölgedeki azınlık nüfusa bir dizi intikam saldırısı meydana geldi. Bunların içinde belki de en ciddi olanı 23 Temmuz’da Staro Gracko köyünde 14 Sırp çiftçinin öldürülmesi olayı idi.
Daha önce çoğu Hırvatistan ve Bosna’dan gelen Sırpları misafir etmek zorunda kalan Sırbistan, Kosova’dan gelen Sırp ve Romanları pek sıcak karşılamadı. Gelen Sırp grupların çocuklarının okullara girmesini zorlaştıran Sırp hükümeti, Romanlar konusuna da hayli şüpheci yaklaştı. Karadağ, Kosova’dan gelenlere karşı daha anlayışlı davrandı ve yaklaşık 10 bin Roman’ı mülteci kamplarına yerleştirdi. Bu tarihten sonra Karadağ’daki bağımsızlık yanlısı hareketler ivme kazandı.
Savaşta en önemli saldırılardan biri de ülkedeki tarihi eserlere ve özellikle camilere karşı yapıldı. Sadece 1,5 senelik savaş dönemi içerisinde Kosova’daki 498 cami içerisinden 218’i yakılmış ve yıkılmıştı. Nisan ve Mayıs 1999’da İnsan Hakları doktorları, Makedonya ve Arnavutluk’taki 31 kampta bulunan yüzlerce Kosovalı ile görüşmeler gerçekleştirdiler. Bu insanların üçte biri, Sırp polisi ve askeri tarafından gerçekleştirilen öldürme olaylarına şahit olmuşlardı. Çoğu yaralanma, tehdit ve tecavüz olaylarının yaşandığını, %47’si de bizzat ibadet yerlerinin yıkıldığını gözlemlediklerini bildirdiler. Andras Riedlmayer’in bizzat bölgedeki kültürel dokuya verilen zararın tespiti için yaptığı Kosova ziyaretinin sonuçları ürkütücü düzeydedir. Riedlmayer’in not defterinden aktarıyoruz:
Birkaç gün sonra, Prizren yolunda Caraleve denilen küçük bir köyde durduk. Bir derenin kenarında, yerleşim yerinin ortasında yangın ve patlamadan zarar gördüğü anlaşılan bir cami duruyordu. Dışarıdan cami çok eski görünmüyordu. Fakat içeriden bakıldığında geleneksel bir yapısı olduğu ve eski olduğu anlaşılıyordu. İçeride bir düzine kırılmış eski döneme ait eşyalar, el yazması deri kaplı fakat yırtılmış Kuranlar, yine el yazması, Türkçe ve Osmanlıca yırtılmış kitaplar bulduk. Duvarlarda Sırpça müstehcen sözler vardı. Konuştuğumuz yaşlı bir adam, Sırpların Mayıs 1998’de etnik temizlikte bulunmadan önce burada 37 ailenin yaşadığını, bunların kaybolduğunu, sonradan 7 ailenin geri döndüğünü, kış gelmeden önce evlerini tamir etmeye uğraştıklarını söyledi. Onların diğer ailelere ne olduğunu bilmediklerini, fakat yakın bir zamanda, köyün yakınlarında 22 kişinin toplu bir mezarda bulunduğunu söyledi.
Batı Kosova’da Cakova şehrinde, tarihi bir niteliğe sahip 16. yüzyılda yapılmış Hadum Camii çevresinde kurulmuş olan şehir merkezi, hava harekatının yapıldığı gece (24 Mart 1999) Sırp güvenlik güçleri tarafından yakıldı. Camide rastladığımız birisi, Sırp televizyonunun öğleden sonra izleyicilerine, Belgrat, Novi Sad, Priştina ve Cakova merkezlerinin saat 8.00’da NATO tarafından bombalanacağını bildirdiğini söyledi. Civarda herhangi bir patlama olmadığı için bu durum ona biraz garip gelmişti. Sırp polisi ve askerleri şehrin eski bölümünde toplanıp, burada oturanları öldürmüşler. Yangının merkezi mektep ve hemen yakınındaki 18. yüzyılda inşa edilen Hadım Süleyman Efendi Kütüphanesiymiş. Caminin ağaçtan yapılmış görkemli girişi, minaresinin tepesi ve 300 yıllık okul yanarak yok olmuştu. Kütüphane yanmış, arka duvarı yıkılmış ve içerisi yüzlerce el yazması eserden ve 1300 kitaptan geri kalan yıkıntı ve küllerle dolmuştu. Alevler içinde yok olan hazineler arasında Peygamber’in doğumuna dair Ali Ulqini tarafından yazılan mevlit ve yerli İslam toplumunun 300 yıl kadar gerilere giden vakıf arşivleri de vardı…
…Birkaç engelden sonra soğuk sonbahar ayında bir bina inşa etmek için bir yer açmaya çalışan bir grup adam gördüm. Bunlar Sufi tarikatının Bektaşi üyeleriydiler. Burası bu ilkbahara kadar Cakova’da en büyük ve en eski tekke olan Axhize Baba tekkesine aitti. Tekkeleri Sırp güçleri tarafından Mayıs başlarında yangın bombası kullanılarak yıkılmıştı. Bina içerisinde bulunan her şeyle birlikte tamamen yıkılmıştı. Kosova’daki diğer tekkeler gibi burası da eğitimin merkezi ve en önemli İslami el yazmalarının toplandığı yerdi (250 el yazması, 2000’den fazla kitap ve bilgisayara yüklenmiş katalog kütüphanede yandı, en eski kitap koleksiyonu 12. yüzyıl el yazmalarıydı). Burayı yeniden inşa etmek üzere dervişler görevlendirildi, fakat onlardan biri, “çoğunun yeniden yapılamayacağını, tamamen kaybedildiğini” söyledi. “Buradaki 500 yıllık Bektaşi tarihi bu alevler içinde yok oldu,” dedi.
Miloseviç’in etnik temizlikçilerinin eski, güzel ve Arnavut olan her şeyi yok ettikleri Cakova’nın kuzeyinde eski bir şehir olan İpek vardır. Vucitrn’de olduğu gibi burada da modern binalar hiçbir zarar almadan öylece duruyorlar. Fakat şehir merkezindeki eski market ve şehrin önde gelen Arnavut ailelerine ait konaklar sistematik olarak yıkıldı. Yıkılmış çarşı merkezinde, Fatih Sultan Mehmet Camii hâlâ duruyor, pencereleri isten kararmış ve içerisi duman kokuyor. İçeride mihrabın yanında kül haline gelmiş bir kitap buldum. Yakından bakıldığında siyah-beyaz negatiflermiş gibi gözüken bu kağıtlarda Arapça yazı izleri gözüküyor. Onu kaldırdığımda elimde dağıldı…
İpek’e doğru giderken yolumuz üzerinde 17. yüzyıl başlarında Miri Hüseyin Paşa (Osmanlı İmparatorluğu’nda sadrazam olmuş İpekli bir Arnavut) tarafından yapılmış bir camiyi ziyaret ettik. Caminin şu anda üstü açık, duvarlarla çevrili ve boş bir durumda. Buradaki imam kendisine ait şahsi 500 eski kitaptan oluşan kütüphanesini savaşın başında caminin daha emniyetli olacağını düşünerek (evimi yakabilirler fakat camiye dokunmazlar diye düşünerek) camiye taşıdığını söyledi. Kitaplar cami ile birlikte yandılar. Bir kubbe ile korunan caminin bir köşesinde ise bu kağıtlardan arta kalan parçacıklar var. Duvarda ise sprey boya ile Sırpça olarak “Burası Sırbistan” yazıyor.”
Kosova’daki savaş coğrafyanın çevresine doğru yeni ve büyük bir göç dalgası başladı. İki milyon nüfuslu Kosova’nın yarısı bölgeyi terk ederek Arnavutluk (500 bin), Makedonya (300 bin), Sancak (70 bin) ve Bosna-Hersek (12 bin) gibi ülke ve bölgelere göç etmek zorunda kaldılar. Arnavut mültecilerin bir kısmı da Türkiye, Preşevo, ABD ve AB ülkelerine göç ettiler. Bu mülteciler arasında Kosova’da yaşayan 40 bin kadar Boşnak Müslüman da bulunmaktaydı. Sırpların Kosova’daki başlıca hedefleri arasında Arnavutlar kadar Boşnaklar da bulunmaktaydı.
Kosovalı Müslümanların Sancak’a doğru hareketlenmeleri ile birlikte genel manada tansiyon da yükseldi. Savaş boyunca tam 70 bin Arnavut başta Sancak’ın Karadağ kısmında bulunan Rojaye kenti olmak üzere Sancak’ta kaldılar. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonrasında Arnavut direnişçi Bayram Curi ile Sancaklı direnişçi Yusuf Mehoniç’in yardımlaşmaları gibi bu kez de Boşnaklar Arnavut komşu ve dindaşlarına yardıma koştular. Sancaklılar Sancak Boşnak Milli Meclisi, Merhamet Yardım Organizasyonu, Karadağ ve Sancak Meşihat’ları gibi kuruluşlar kanalı ile evlerde, işyerlerinde, camilerde, çadırlarda Kosovalı Arnavut komşularını misafir ettiler. Sancak’taki bu yardımlaşmaya İHH İnsani Yardım Vakfı da katıldı.
1999 Ekim ortalarında Amnesty International duruma dair Kırılan Daire (Broken Circle) adıyla bir rapor yayınladı. Bu rapora göre savaşın bitmesinden önce tutuklanıp serbest bırakılan ve kendileri ile görüşen bütün mahkumlar ağır işkence gördüler ve ölümle tehdit edildiler. Kendilerine son güne kadar su, yemek ve tedavi imkanı verilmedi ve çeşitli şekillerde aşağılanmaya maruz kaldılar. Aynı kötü muameleler hiç şüphesiz halen hapishanede bulunan kişilere karşı uygulanmaya devam ediyor. Uluslararası Af Örgütü bu insanları zorla Kosova’dan uzaklaştırılıp izlerinin kaybedildiğini bildirdi. Uluslararası kanunlara göre bu durum yasal değil. Sadece Cakova’da tahminen 800 Arnavut kayıp gözüküyor. Şu an Kosova’da birçok insanın hapishanede ya da kayıp olmuş bir akrabası ya da arkadaşı bulunuyor.
Kosova’ya savaş sonrası konuşlanan ve Kosova nüfusu içerisinde azımsanmayacak bir nüfusu oluşturan UNMIK ve KFOR personel ve askerleri, bölgedeki bir takım suç unsurlarının oluşmasında büyük etkiye sahiptir. Bunlardan biri de kadın ticaretidir. Araştırmalarda UNMİK askerlerinin fuhşu ve uluslararası kadın ticaretini teşvik etmekle kalmadığı, aynı zamanda kadın ticaretini de bizzat yaptığı yer almaktadır. İstatistiklere göre Kosova’da 2001–03 yılları arasında kadın ticareti iki katına çıkmıştır. Af Örgütü’nün raporuna göre yasadışı bir şekilde sınırı geçen kadınlar kadın tacirleri arasında el değiştirmektedir. Aralarında 11 yaşında çocukların da bulunduğu bu kişilerin çoğu Moldova, Bulgaristan ve Romanya’dan getirilirken Arnavutlar arasında da bu işi yapanlara rastlanmaktadır. UNMIK, 2000 yılında kadın ticareti ve fahişeliği önlemek için özel bir polis birimi oluşturmuş; fakat tek bir dosya bile yargıya intikal etmemiştir. Bu problemin nedeni kendinde saklıdır. Zira bahsedilen bölgedeki UNMIK ve KFOR personel ve askerleri ülke nüfusunun %2’sini oluşturmasına rağmen kadın ticaretinin %20’sinden ‘faydalanmaktadırlar.’
Konu ile ilgili Af Örgütü Roporu’ndan ilgi çekici bir bölüm alıntılıyoruz:
…önemli organize fuhuş odakları tespit edildi ve bazıları zaten kaçakçılık sürecine dahil olduğu iddia edilen askerler, müşterilerin çoğunu oluşturmaktaydı. Daha 2000 yılında, KFOR ve UNMIK Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından kaçakçılığın nedensel bir unsuru olarak belirlenmiştir.
Başlangıçta, uluslararası topluluk, kaçakçılık kurbanı kadınların müşterilerinin yaklaşık %80’lik oranını oluşturmaktaydı. Kaçakçılık kurbanı kadınların çalıştığı düşünülen yerlerin sayısı 2001 Ocak’ta yaklaşık 75 iken 2003 sonu itibariyle 200’ün üstüne çıkmıştır. Kayıtlara göre, uluslararası müşteri oranı düşmüştür ve bu dönemde kaçakçılık kurbanı kadınların müşterilerinin yaklaşık % 80’inin yerel nüfustan oluştuğu düşünülmektedir.
Kosova’daki UNMIK döneminin en büyük facialarından biri de misyoner çalışmalarıdır. Bu bölgede yer alan 700’ün üzerinde Batılı kuruluşun birçoğu misyoner faaliyetler düzenlemektedirler. Bunlardan birine 2001 yılında bizzat şahit olduk. Bölgede bulunan bir yardım kuruluşuna ait yardım kamyonu bir rahip nezaretinde Priştina’da yardım dağıtımına çıkmaktaydı. Yine tanık olduğum bir olayda birkaç Arnavut gencin ellerinde Hıristiyanlığı anlatan broşürlerle dolaştıklarını gördüm. Biraz sonra bize de yaklaşıp ellerindeki broşürleri uzatarak toplantıya davet ettiler. Bu iki hadise bile Kosova’daki misyonerliğin boyutlarının anlaşılması açısından önemli bir göstergedir.
Kosova’da faaliyet gösteren World English Institute (WEI) adlı bir İngilizce kursu halka dağıttığı broşüre İncil’den ayetlerle başlıyor ve gençleri Amerikalı, İngiliz ve Kanadalı öğretmenler nezaretinde İncil’den derslerin verildiği kursa davet ediyor. Broşürde ayrıca Amerikan kültürünün İncil’den etkilendiği için –mesela paralarında bile “Tanrıya Güveniyoruz” ifadesi bulunduğu için- bugün dünyadaki hakim kültür olduğu ve herkesin İncil’i bilmesi gerektiği anlatılıyor. Bu kursun temel amacı ise oldukça açık; Arnavut gençlerini Hıristiyanlaştırmak. Misyonerlik yapan bu İngilizce kursundan başka meslek edindirme, sanat, kültür ve insani yardım gibi alanlarda faaliyet gösteren 700 civarı kuruluş bulunmaktadır.
Yine misyoner kuruluşların bölgede bulunan zeki ve dil bilen gençlerin kimi çok özel çalışma ya da klüp çalışmaları adı altında Amerika, İngiltere ya da kurumun bağlı olduğu devlete göre farklı ülkelere götürüldükleri ve beyin yıkama sürecinin buralarda devam ettirildiği bilinmektedir. Bu gençler üzerinde oluşturulan en temel etki; “Sizin başınıza gelen bu kadar felaket, katliam ve sıkıntının yegane sebebi mensubu olduğunuz İslam dinidir. Ve sizin kurtuluşunuz da ancak bu dinden vazgeçerek çağdaş ve ileri devletlerin –mesela ABD, İngiltere, Almanya gibi- dinleri olan Hıristiyanlığı seçmenizdir” anlayışıdır.
Kosova’nın büyük kentlerinden Prizren’de de misyonerlik faaliyetleri büyük bir hızla sürmektedir. Misyonerler Cuma namazı öncesi cami şadırvanlarına yaklaşmak suretiyle ücretsiz İncil dağıtmaktadırlar. Ayrıca “Kaderimiz”, “Neyi Bilmem Lazım?”, “Neye İnanmam Gerek” isimli kitaplar da tıpkı İncil gibi ücretsiz olarak halka dağıtılmaktadır.
Savaştan sonra Kosova’ya yabancı örgütlerin girmesiyle hızlı bir şekilde yürütülen Hıristiyanlık propagandasında halkı, “Doğru ve gerçek dini bizimle bulabilirsiniz.” sloganlarıyla etkilemeye çalışıyorlar. Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu Kosova’da, geçtiğimiz günlerde ortaya atılan bir iddiaya göre, Kosova’da yürütülen Hıristiyanlık propagandasıyla, bu örgütlerin amaçlarının bundan 100 yıl sonra Kosova’daki halkın %70’ini Hıristiyanlaştırmak olduğu söylenmektedir. Fakat üzülerek belirtmeliyiz ki yoğun misyonerlik faaliyetleri İslam dünyasının ilgisizliğiyle birleştiğinde bu kadar zamana gerek olmadığı aşikardır.
Kosova’da başta statü sorunu olmak üzere birçok sıkıntının giderilmemiş olması ve insanların beklentilerinin arttığı bir dönemde 2004 Mart’ında savaştan sonraki en büyük olaylar gerçekleşti. Köpekli Sırp gençlerinin Mitrovitsa kentinde üç Arnavut çocuğu kovalamaları ve bu çocukların İbar nehrine düşerek boğularak can vermeleri Arnavutları harekete geçirdi. İki gün süren olaylar neticesinde ortaya çıkan bilanço korkunçtu. 31 insan hayatını kaybetmişti, 500’ün üzerinde de yaralı bulunmaktaydı. Olaylar sadece Kosova ile sınırlı kalmadı, Belgrad’a, Niş’e ve hatta Voyvodina’nın başkenti Novi Sad’a sıçradı. Belgrad’da Osmanlı’dan kalan son cami olan Bayraklı Cami ve Medresesi Sırp radikallerce ateşe verildi. Burada bir facianın da eşiğinden dönüldü. Zira Sırp aşırılar camiye saldırdıklarında medresede 30 çocuk ders görmekteydi. Büyük bir şans eseri bu çocuklar medresenin arka kapısından çıkarak kaçmayı başardılar.
Niş’teki kundaklama olayı da yine Bayraklı Cami olayına benzemektedir. Zira Hadroviçeva Camii de Osmanlı yadigarıydı ve Niş’teki son camiydi. Novi Sad’da kundaklanan İslam Birliği Merkezi ve iki cami de bu etnik nefretten paylarını aldılar. Arnavutlar da Sırplara ait olan 20’ye yakın kiliseye saldırı düzenlediler. İbadethaneler dışında birçok Müslümana ait olan işyerleri de kundaklandı. Ayrıca Müslümanlar Sancak ve Preşova gibi Balkanlardaki birçok bölgede çok zor günler geçirdiler. Gençler camilerinin ve tarihi eserlerinin herhangi bir kundaklama olaylarına kurban gitmemesi için nöbet beklediler. Kosova’da yaşanan bu olaylar, 18 bin KFOR askerine ve BM yönetimine rağmen barış ortamının ne kadar kırılgan olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Yorum bırakın