KOSOVA’NIN STATÜ SORUNU

1998 sonrası dönemde Balkanların en hareketli bölgesi olan Kosova’nın bugün düğümlendiği nokta, statü sorunudur. Ülkede hemen her alanda süren istikrarsızlık, statü sorunuyla ilişkilendirilebilir. Meseleyi anlayabilmek için Kosova’nın Osmanlı’nın son döneminden itibaren statüsünün değerlendirilmesi zorunludur.
Kosova II. Mahmut (1808-39) ve Sultan Abdülaziz (1861-76) dönemleri arasında Manastır ve Sofya vilayetlerine bağlanmıştır. Berlin Anlaşması’yla Osmanlı yönetiminde kalmaya devam eden Kosova, merkezi Priştina olmak üzere Kosova vilayeti adı ile anılmıştır. Bu dönemde Kosova’nın yüzölçümü 22.900 km2’dir.
Balkanlarda hızla gelişen ve Osmanlı’yı sona doğru götüren milliyetçi hareketlenmelerden Arnavutların da etkilenmesi doğal bir süreçtir. Balkan coğrafyasında daha çok “hami devletlerin” destekleriyle ortaya çıkan ülkelerin Arnavutların yaşadıkları coğrafyaları paylaşma isteklerine karşın 20 Haziran 1878 tarihinde Prizren Birliği kurulmuştur. Birlik, Osmanlı sınırları içerisindeki Arnavutlara özerklik verilmesini talep etmiş fakat bütünlüklü bir yapı arz etmediğinden başarılı olamamıştır. “Büyük Arnavutluk” fikrinin temelleri Prizren Birliği’ne dayandırılmaktadır.
Kosova’nın Osmanlı yönetimindeki durumu Balkan Savaşları sonuna kadar sürmüştür. Bu tarihlerde Arnavutluk’un 28 Kasım 1912’deki bağımsızlığı ile Osmanlı’nın Arnavut toprakları fiilen parçalanmış, 22 Mart 1913 tarihinde ise Londra Sefirler Konferansı ile Arnavut halkının kararı alınmaksızın Kosova, Sırbistan’a bağlanmıştır. Bu anlaşma, I. Dünya Savaşı sonrası imzalanan Versailles Barış Konferansı’nda (1919–20) meşrulaştırılmıştır.
Bu dönemde tek başına bir Kosova sorunu yoktu. Çünkü Kosova bütün Arnavut meselesinin sadece bir parçasıydı. Başka bir deyişle, Kosova 1912 ve 1919–20 yıllarında kendi kimliğini bağımsız bir varlık olarak değil, Arnavut milli devleti projesi içinde aramaktaydı. Merkez üssü Kosova’da bulunan ve Osmanlı meclisinin eski milletvekili Hasan Priştina önderliğinde 1911-12 yıllarında gerçekleştirilen Osmanlı karşıtı isyanlar, bağımsızlık değil özerklik talepleriydi. Ağustos 1912’de Sultan’a yöneltilen ve “Priştina’nın 14 noktası” olarak bilinen siyasi talepler Kosova’nın bağımsızlığı ile değil, dört Arnavut vilayetinin durumuyla ilgiliydi.
Arnavut toprakları parçalanırken bölgelerin etnik karakteri göz önünde bulundurulmadı. Kriter olarak jeopolitik, askerî ve iktisadi çıkarlar alındı ve Arnavutlar adeta kurban edildi. Toprakları Osmanlı’dan kazanılmış ganimet muamelesi gördü. Böylece Kosova, I. Dünya Savaşı sonunda kurulan Sırp-Sloven-Hırvat Krallığı içerisinde yer aldı ve herhangi bir statüye sahip değildi.
Ocak 1929’da başa geçen Kral Alexander Karayorgiyeviç, parlamentoyu ve 1921 Anayasası’nı feshederek yönetime el koydu. Ekim 1929’da Sırp egemenliğini pekiştiren yeni bir anayasa ile devleti “Yugoslavya Krallığı”na dönüştürdü. Eyaletlerin tarihî sınırları kaldırıldı. Kosova bu dönemde Vardarska, Moracska ve Zetska isimli üç il arasında paylaştırıldı.
II. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’nın önemli bir bölümü Almanya’nın işgaline uğradı. Sırbistan topraklarında, bir işgal yönetim merkezi oluşturan Almanya, Kosova’yı İtalya’nın işgali altındaki Arnavutluk’a bıraktı. Bu işgal sırasında yaşadıkları baskıya tepki duyan Kosovalı Arnavutlar, Almanya’nın müttefiki olan İtalya yönetimini desteklediler.
II. Dünya Savaşı sırasında, 31 Aralık 1943 – 2 Ocak 1944 tarihleri arasında, Kosova ve Metohia I. Milli Kurtuluş Halk Konseyi tarafından, Bujan Konferansı düzenlendi. 49 kişinin 42’sinin Arnavut olduğu konferansta, Kosovalı Arnavutların Arnavutluk ile birleşmesinin tek yolunun Yugoslavya’nın diğer halklarıyla beraber işgalcilere ve işbirlikçilerine karşı savaşmak olduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca Arnavutların da diğer halklar gibi kendi kaderlerini tayin haklarının olduğu ve bunun güvencesinin Yugoslavya Milli Kurtuluş Ordusu ve Arnavutluk Milli Kurtuluş Ordusu olduğu da bu konferansta kabul edilmiştir. Diğer müttefikler olan Sovyetler Birliği, İngiltere ve ABD’nin de bu kararların garantörü olduğu belirtilmiştir.
Yugoslav Partizanlarının savaşın sonlarına doğru, 1945’te bölgeyi ele geçirmesinin ardından Kosova tıpkı Sancak bölgesi gibi Sırplar tarafından tekrar işgal edilerek Sırbistan’a bağlı özerk bir il yapıldı. 1955-56 yıllarında geniş bir özerklik isteğiyle gerçekleştirilen gösteriler İçişleri Bakanı Aleksandre Rankoviç tarafından sert bir biçimde bastırıldı.

1963 yılında yeni anayasa yürürlüğe girdi. Anayasada yeni ülkenin adının “Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti” olarak değiştirildiği ilan ediliyor ve Yugoslavya’nın güney Slavların ulusal devleti olmadığı belirtiliyordu. Bu karardan amaç, kendi kendini yöneten federal unsurların oluşturulmasıydı.
1963’teki yeni Anayasanın, cumhuriyetlerin yetkilerini arttırırken özerk bölgeleri daha iyi bir konuma getirdiğini söylemek güçtür. Zira 1963 Anayasası, Kosova’nın özerk statüsünü daha düşük bir düzeye indirmekteydi. Görünüşte Kosova, bu anayasa ile “özerk ilden” “özerk bölge” statüsüne terfi ediyordu, ancak “cumhuriyetlerin kendi inisiyatifleri ile özerk bölge oluşturabileceği” maddesinden hareketle Kosova’nın anayasal statüsü federal düzeyde tamamen ortadan kaldırılıyor ve Sırbistan’ın iç düzenlemelerine bağlanıyordu.
1966–68 yılları arasında Kosova, Arnavutların protesto gösterilerine sahne oldu. Bu olayların ardından Arnavutları yatıştırmak için anayasaya ek maddeler konuldu. Bunlardan biri olan 7. Ek Madde’de, özerk bölgelerin hem Sırbistan’a hem federal yapıya ait olduğu belirtiliyordu ve Kosovalıları her zaman rahatsız etmiş olan “Kosova-Metohija” adının yerine sadece “Kosova” kullanılıyordu. Daha da önemli bir madde, özerk bölgeleri sosyo-politik topluluk olarak tanımlayan 18. Ek madde idi ve bu madde ile aynı zamanda özerk bölgelerin, bir bütün olarak Sırbistan’ı ilgilendiren konular dışında tamamen bir cumhuriyetle aynı işlevleri göreceği belirtiliyordu. Böylece Kosova, federal düzeyde bir hukuki pozisyon kazanmış oluyordu.
Bu ek maddeler 1974 Anayasası ile resmiyet kazandı. 1974 Anayasası, cumhuriyetlere “Yugoslavya Federasyonu’nun kurucu unsurları” statüsünü kazandırırken, Kosova ve Voyvodina özerk bölgelerinin kurulduğunu açıklıyordu. 74 Anayasası ile Kosova’ya tanınan bu özerklik sıradan bir özerklik değildi çünkü bölge, cumhuriyetler gibi kendine özgü bir kimliğe kavuşmuştu. Ayrıca kendi anayasasını hazırlayabileceği gibi, kendi parlamentosuna, kendi mahkemelerine sahip olma hakkını kazanırken, kendi polis gücünü oluşturup okullarını da kurabilecekti. Bölgenin merkez bankası kurma ve vergi toplama hakları da olacaktı. Bu hakların yanı sıra Kosova, federal başkanlık da dahil olmak üzere federasyon organlarında eşit temsil ve oy hakkı elde ediyordu. Ancak federasyondan ayrılma hakkı yoktu.
1980’li yılların ikinci yarısı Yugoslavya’yı uzun yıllar savaşların içerisine sokacak maddi ve manevi zarara uğratacak güçlü Miloşeviç rüzgarının estiği dönem oldu. 1989 tarihi, Kosova’nın uzun yıllardır bağımsızlık özlemi ile arayışı içerisinde olduğu ve 1974’te önemli bir noktaya getirdiği statüsünün tamamen elinden alınması ve Kosova’nın sıradan bir Sırp bölgesi yapıldığı tarih olmuştur. Aynı tarih, aynı zamanda komünist ideolojinin iflas ettiği tarihtir. Kosovalılar bu dönemde, 28 Aralık 1989 tarihinde, İbrahim Rugova liderliğinde ilk siyasi partileri olan LDK’yı kurmuşlardır. LDK, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılması için gerekli olan altyapıyı oluşturmaya başlamıştır.
2 Temmuz 1990’da, Kosova Meclisi’nde bulunan toplam 123 üyeden 114’ü, kilitli meclis binasının önünde bir araya gelerek yaptıkları toplantıda, Kosova’yı “Yugoslavya Federasyonu çerçevesinde eşit ve bağımsız bir bütün” ilan eden kararı çıkardılar. Bu karar her ne kadar usulen geçerli olmasa da sembolik değeri büyüktü. Çünkü İbrahim Rugova liderliğinde kurulacak olan “Paralel Devlet”in tohumları ilk olarak burada atılmış oluyordu. Buna karşılık olarak Sırp makamları, 5 Temmuz’da hem meclisi hem de hükümeti feshettiler.
Arnavutlar, 7 Eylül 1990’da Kaçanik kentinde gizli bir toplantı yaparak, “Kosova Cumhuriyeti”nin anayasasını ve seçilmiş devlet başkanlığını ilan etme kararı aldılar. 28 Eylül’de ise Sırbistan Meclisi yeni anayasal değişikliklerle birlikte Kosova ve Voyvodina’nın özerkliğine tamamen son verdi. 1991 yılının Eylül ayında Kosova Arnavutları bir referandum yapmayı başardılar. Seçmenlerin %87’sinin katıldığı referandumda %99 oranında lehte oy kullanıldı.
1991–92 yıllarında Yugoslavya’yı oluşturan unsurlardan Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek’in bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle birlikte geriye kalan Sırbistan ve Karadağ, 27 Nisan 1992 tarihinde son Yugoslavya’yı oluşturdu. Yugoslavya’nın anayasasında hiçbir şekilde Kosova’ya yer verilmediği gibi bu devletin sınırları içerisinde yer almak isteyip istemediği de sorulmadı. Bu anlamda 1989 kuralları işlemeye devam etti.
Kosova statüsünün son durumu ise 1998–99 savaşı sonrası oluşan durumdur. 9 Haziran 1999 tarihinde Miloşeviç’in barış planını imzalamayı kabul etmesiyle, daha önce Sırpların imzalamadığı Rambouillet görüşmelerindeki barış planının tamamının geçerli kabul edileceği belirtilmiştir. Anlaşmayla Kosova adeta koloni yönetimine alınmıştır. Anlaşmadaki diğer unsurlar ana hatları ile şöyle idi. Kosova’da şiddet ve baskıya derhal son verilecek; bölgede bulunan Sırp askeri ve polisi geri çekilecek; bölgede BM Güvenlik Konseyi tarafından tayin edilecek sivil ve askerî bir milletlerarası barış gücü konuşlandırılacak; Kosova’da BM Güvenlik Konseyi’nin kararını takiben normal hayata geçişi sağlayacak bir sivil yönetim kurulacak; harekat sırasında yerlerinden ayrılan mültecilerin güvenli bir şekilde yerlerine dönmeleri sağlanacak; Kosova’da Yugoslavya’nın toprak bütünlüğünün korunması şartıyla özerk bir yönetimin oluşturulması amacıyla çalışmalara başlanacak, KKO silahsızlandırılacak, üç yıllık bir geçiş süreci boyunca Kosova 1244 sayılı BMGK kararıyla Yugoslavya’nın bir parçası gibi görünmeye devam edecek; ancak Yugoslavya ile hemen hemen hiçbir bağlantısı kalmayacak.
Kosova’nın statüsü ile ilgili görüşmeler sürekli olarak ertelenmektedir. 2005 yılının yaz aylarında görüşmelerin başlatılacağı söylenirken şimdi aynı yılın kış ayları telaffuz edilmekte, fakat bunun için uluslararası toplumca önkoşul olarak sunulan, Kosova’nın yerine getirmesi gereken sekiz koşul bulunmaktadır: Kosova’nın tüm demokratik kurumlarının işler hale gelmesi, hukukun üstünlüğünün kurumsallaşması, hareket özgürlüğünün sağlanması, yerinden edilmiş olanların ve mültecilerin evlerine dönmeleri ve uyum sürecinin sağlanması, Kosova ekonomisinde yeniden bütünleşmenin sağlanması, mülkiyet hakkının temini, Belgrad ile yapıcı diyaloglara başlanması ve Kosova Koruma Gücü’nün (TMK) sivil ihtiyaçlara yönelik olarak düşünülmesi. Tüm bunlarla birlikte asıl sorun uluslararası toplumun ne yapacağına, nasıl bir yol izleyeceğine karar verememiş olmasıdır. Şimdi savaş sonrası siyasi süreci inceleyelim.
2000 yılı yerel seçimlerinde 25 parti arasından %58’lik oy oranıyla birinci olan Rugova’yı, %27’lik oy oranıyla eski KKO lideri Haşim Taçi’nin başkanlığını yaptığı Kosova Demokratik Partisi (PDK) takip etmiştir. 17 Kasım 2001’de yapılan parlamento seçimlerinde yine 47 milletvekiliyle Rugova birinci olmuştur. Haşim Taçi’nin PDK’sı 26 sandalye alabilmiştir. Bu dönemde başbakanlığı Bayram Recebi yapmıştır. 2004 Ekim seçimleri benzer bir sonuç çıkarmış fakat bu kez seçimden üçüncü çıkan Ramuş Haradinay kilit bir pozisyona gelerek başbakan olmuştur. Haradinay üç ay süren başbakanlığından Lahey Savaş Suçları Mahkemesi’nin suçlamaları nedeniyle istifa ederek Mart 2005’te teslim olmuştur.
Dönemin BM Kosova Misyonu (UNMIK) yöneticisi Hans Haekkerup, Mayıs 2001’de Kosova’daki Arnavut ve Sırpların siyasi temsilcileriyle bir araya gelerek, fakat temsilcilerin görüşlerini çok fazla dikkate almaksızın “Kosova Anayasa Çerçevesi”ni imzalamıştır. Kosova Anayasa Çerçevesi Kosova’nın önde gelen Arnavut liderleri İbrahim Rugova ve Ramuş Haradinay tarafından siyasi sürecin ilerlemesi için isteksiz bir biçimde kabul edilirken, Haşim Taçi tarafından reddedilmiştir. Taçi’nin, önce Belgrad tarafından onaylandığını ileri sürmesi bir tarafa, belgenin Kosova halkına bir halk oylaması ile Kosova’nın statüsünü belirleme hakkını vermemesi, söz konusu belgenin en büyük zaaf noktasını oluşturmaktadır. BM Kosova Misyonu Yöneticisi’nin hazırladığı Kosova Anayasa Çerçevesi Kosova’nın bağımsızlığına giden yolda önemli bir engel teşkil etmektedir.
Kosova, Haziran 1999’da savaşın sona ermesinden bu yana seçilmiş parlamentosu, cumhurbaşkanı ve başbakanı olmasına rağmen UNMIK tarafından yönetilmektedir. Arnavut çoğunluğun bağımsızlık taleplerine, Kosova’nın Sırbistan-Karadağ topraklarının bir parçası olduğunu iddia eden Belgrad tarafından karşı çıkılmaktadır. Fakat Arnavutlar, ısrarla eski Yugoslavya içerisinde öngörülen özerk statünün yeni Yugoslavya için geçerli olmayacağını ileri sürmektedirler. Ama bu düşüncelerin uluslararası kamuoyunda güçlü bir yankı bulduğunu söylemek mümkün değildir.
Kosova’nın statüsünün henüz belirlenmemiş olması, bölgenin potansiyel çatışma alanlarından biri haline gelmesine neden olmuştur. Kosova halen 1244 sayılı BM kararı ile resmen Sırbistan toprağı sayılmaktadır ve 2005 sonbaharında yapılması planlanan statü görüşmeleri tüm dünyanın ilgi konusudur.
Kosova’nın statüsü konusundaki kafa karışıklığı sadece BM ve uluslararası toplumda değil aynı zamanda Sırbistan-Karadağ Devleti’nde de vardır. Bir yılı aşkın bir süredir hükümeti G17 Plus Partisi’yle –bu partinin defalarca hükümetten çekilme tehdidi ile- birlikte götüren Başbakan Voyislav Kostunitsa, her ne kadar Cumhurbaşkanı Boris Tadiç’le birlikte Kosova’nın Sırbistan’ın bir parçası olduğunu ifade etse de –zaten aksini hiçbir Sırp yöneticinin söylemesi mümkün değildir- mevcut demografik durum Sırp halkının ciddi bir kısmının ‘Kosova’nın kaybedildiği’ fikrine sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bunun dışında Kosova’nın bağımsız bir devletin hemen hemen bütün organlarına sahip olması, Sırbistan’ın bölge üzerinde hiçbir kontrolünün kalmaması ve iyice sabırsızlanan Kosova halkının artık bağımsızlık yönündeki neredeyse kesinleşen kanaatleri, statü görüşmelerinde Sırbistan’ın elini zayıflatan faktörler.
Bunlara ilaveten Aralık 2003 Sırbistan parlamento seçimlerinde milliyetçilerin yeniden yükselişi, iç politikadaki yolsuzluklar, AB’ye katılım sürecindeki en büyük engellerden olan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’yle düşük yoğunluklu ilişkiler ve hepsinden önemlisi Karadağ’ın 2006 Şubat’ında yapmayı kararlaştırdığı, Sırbistan’dan ayrılma konusundaki halkoylaması, Sırbistan’ı daha da zor durumda bırakan konular arasında.

Yorum bırakın